Türkiye’de her geçen gün kadın cinayetleriyle ilgili istatistikler korkutucu boyutlara ulaşırken, bu durumu değiştirmek için mücadele eden genç kadınlar da cesaret gösteriyor. Bu bağlamda, genç bir kadın olan Sena, toplumda ses getiren bir açıklama yaparak “Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum” dedi. Sena’nın bu açıklaması, yalnızca bireysel bir talepten çok, toplumsal bir sorunun altını çizmektedir. Kadınların hayatlarına yönelik tehditler, onları yalnızca cinayetle tanımlamakla kalmamakta, aynı zamanda onları sistematik bir mücadeleye de zorlamaktadır.
Sena, kendi hikayesini paylaşırken, kadınların yaşadığı şiddetin ve cinayetlerin günlük yaşamda yarattığı etkileri çok çarpıcı bir şekilde ifade etti. Genç kadın, “Gözlerimizin önünde yaşanan cinayetleri izlemek yerine, sesimizi yükseltmeliyiz. Bu ülkenin kadınları olarak, tablolara saplanıp kalmayı kabul etmiyoruz” diyerek basit bir istatistiğin ötesinde, bir duygu durumunu ve kolektif bir kimliği vurguladı. Unutulmaması gereken, her bir kadın cinayetinin arkasında bir yaşam, bir hayal ve nihayetinde bir gelecek var. Sena’nın cümleleri, yalnızca kendi yaşadıklarını değil, toplumda hissedilen derin bir acıyı da katman katman gün ışığına çıkarıyor.
Kendi yaşamında da benzer olaylarla karşılaşmış biri olarak, Sena, kadın cinayetlerinin sadece bireysel bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal bir mesele olduğunu ifade etti. “Daha fazla kadın öldürülmeden durmalıyız” diyen Sena, sistemin sadece kurbanları değil, aynı zamanda tanık olanları da etkilediğini belirtti. Her bir kadın cinayeti, toplumda oluşan bir sessizliği besliyor; bu sessizlik, sadece can alan bir durum değil, aynı zamanda geleceğin de karanlık bir çizgide ilerlemesine yol açıyor.
Ülkede yaşanan kadın cinayetleri, birer toplumsal yaraya dönüşmüş durumda. Sena’nın ortaya koyduğu gibi, bu cinayetler ardında birçok soru işareti bırakıyor: Neden bu kadar çok kadın öldürülüyor? Neden toplum, yaşanan trajedilere karşı yeterince ses çıkaramıyor? İşte bu noktada Sena, toplumu sıkı bir uyandırma çağrısına davet ediyor. “Her bir cinayet, bizim sesimizi yükseltmemiz için bir fırsattır” diyerek, bu mesele üzerine düşünülmesi gereken pek çok yön olduğunu vurguladı.
Toplumda hala mevcut olan cinsiyet eşitsizliği, şiddetin doğal bir sonucu olarak derinleşiyor. Sena, yalnızca kendine özgü kalarak bu şiddeti reddetmenin yeterli olmadığını, aynı zamanda eleştirirken de çözüm yolları önermenin önemli olduğunu belirtti. “Olumsuz sonuçlarla karşılaşmadan, ‘Evet, bu sorun var ve bunu düzeltmemiz gerekiyor!’ demek zorundayız” diyerek, toplumda bir farkındalık oluşturma çabasının startını vermiş oldu.
Benzer durumda olan, ama sesini yeterince duyuramayacak olan kadınların da birer Sena olmasını istediğini ifade eden genç kadın, "Biz daha iyisini hak ediyoruz" diyerek talebini güçlendirdi. Kadın cinayetlerinde bir çeşit içsel direniş geliştirilmesi gerektiğinin altını çizen Sena, bu mücadelenin sadece cezaevlerinde ya da polis raporlarında değil, sokaklarda, yaşam alanlarında da sürmesi gerektiğinin önemine dikkat çekti.
Sena’nın sesi, birçok kadının hissiyatını dile getirirken, gerçek bir değişim talep ediyor. Sadece cinayetin adının değişmesini değil, aynı zamanda kadınlar için güvenli bir yaşam alanı sağlanmasını, eğitimde ve istihdamda eşit fırsatların sunulmasını istiyor. “Artık kadın cinayetlerini konuşarak değil, pratikte çözerek gündeme getirmeliyiz” diyerek pratik bir çözüm çağrısında da bulundu.
Sena, toplum olarak bu durumu görmezden gelmenin, bir soru işareti olmaktan öte bir can alma meselesi haline geldiği konusunda çok net. Her bir kadının hayatı değerlidir ve bu söylemler çok daha fazlasını ifade etmektedir. Toplumun her kesiminde duyulması gereken bu acı çığlık, sadece bir çağrı değil, aynı zamanda bir mücadele ruhunu da içinde barındırıyor.
Sonuç olarak, Sena’nın çağrısı, sadece kendi adına değil, tüm kadınlar adına bir değişimin, bir direnişin temsilcisidir. Bizler, bu sesin sesini daha da büyütmeli, her kadının yaşam hakkını savunmalı ve cinayetlere karşı birlikte durmalıyız.